Avukatlar Arasında Adalet
Geçen haftaki yazımda anlattığım dönemine göre büyük sayılan başarı elde eden avukatlık bürosunun gücü farklı alanlarda yetkin olan avukatların bir araya gelmiş olmasındaydı.
Esnaf yemeklerinde, 5 çaylarında ve davetlerde dolaşan şeytan tüylü avukat hem müvekkillerle ilişkileri sıcak tutuyor hem müvekkil adaylarına büroyu tanıtıyordu. Müvekkillerin işlerini, sorunlarını ve avukat neden ihtiyaç duyduklarını anlıyor, büronun hizmetlerini ihtiyaca uygun hale getiriyordu. Büro da onun sayesinde müvekkillerin ihtiyacını tam karşılayan hizmetler veriyordu.
Harika dilekçeler yazan avukat müvekkillerin beklentilerini aşan üst kalitede hizmet üretiyordu. Dilekçelerin kalitesi üstün başarı getiriyordu. Diğer avukatlar başarıların gıpta ediyorlar, takdir ediyorlardı. Yeni gelen bir ticaret mahkemesi başkanının ani surette anonim şirket kurulurken genel kurul yapma şartı getirmesinin yanlış olduğunu o avukat gidip anlatmış, hatalı uygulamayı sonlandırmıştı. İşleri sekteye uğrayan diğer avukatlar bunu yapabilmesine hayret etmişlerdi.
Büroyu ve işleri çekip çeviren avukat ise hem işlerde aksama olmasını önlüyor hem büroda devamlılığı sağlıyordu. Böylelikle diğerlerinin işlerini iyi yapacakları fiziki şartları hazırlıyordu. Daha da önemlisi avukatıyla acil görüşmek isteyen müvekkillerle muhatap oluyor; görünmez bir şekilde büronun devamlılığını sağlıyordu. Müvekkiller büroda her zaman bir muhatap bulurlardı.
Şimdi net olarak biliyorum ki; o zamanlar şikâyete neden olan şey ise birlikte yarattıkları değeri adil paylaşacak, herkesin büroya getirdiğinden adil bir pay almasını güvenceye alacak bir sistem kurmamış olmalarıydı. Bunun sonucunda başarılarının doruğunda olmalarına, tek başına elde edemeyecekleri başarılar ede etmiş olmalarına rağmen ortakların her birisinin “adaletsizlik” hissine kapılmıştı.
Ortakların her birisi kendini diğerlerine göre daha iyi ve değerli hissediyor fakat hak ettiğinden daha az pay alıyor olarak görüyordu. Bir süre sonra dağılmaları kaçınılmazdı ve öyle oldu? Her şeyin başı adalet deriz ya işte o büro da ortaklar arasında adalet inancı aksadığı için dağıldı. Kendilerine göre adaletsizliği telafi etmek için yaptıkları diğerlerini daha çok incitti ve aralarında ortaklık sürdürülemez hale geldi.
O halde şu soruyu sormak gerekiyor: Adalet nedir? Bir dakika durup düşünelim: gerçekten de sizce adalet nedir?
Düşüncelerimizde adaleti tanımlayamıyoruz. Neyin adaletli neyi adaletsiz olduğunu kavrayamıyoruz. Hislerimiz “bu durum adaletsiz” dediği zaman – haksız ve yanlış olsa bile – o güne kadar zorlukla bir araya getirdiklerimizi dağıtıyor, güzide varlıklarımızı yok ediyoruz.
Adalet, bir duygu halidir; üzerinde önceden anlaştığımız kurallar bağımsız ve tarafsız olarak uygulandığında ortaya çıkar. Bu duygu beynimizin farklı bir kısmında, kişisel varlığımıza veya mallarımıza bir tehlike olmadığında dair algı ile oluşur. Önceden anlaştığımız kuralların uygulandığını gördüğümüz, algıladığımız zaman, kendi kendimize “bu durumda benim için bir tehlike yoktur; tersine güven vardır” dediğimiz zaman adalet duygusu oluşur.
O zaman işveren veya çalışan olması fark etmez ekip olarak birlikte çalışan avukat bürolarının başarısı için ilk gerçekleştirilmesi gereken adalettir!
Peki adalet nasıl sağlanır?
Devam edecek….