Emekli Hâkim Işıl Sırakaya’dan Avukatlar İçin Mesleki Gelişim Önerileri
1- Okuyucularımızın sizi daha yakından tanıması adına, biraz kendinizden bahseder misiniz?
Tabii. İzmir Karşıyakalıyım. 1973 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Bir yıl yurtta kaldım. Ardından arkadaşlarımla ev tuttuk. O sıralarda, 70’li yıllarda politik siyasi birtakım olaylar vardı. Hukuk Fakültesi bir hafta açıktı, üç hafta kapalıydı. Fakülte bu şekilde bir açık bir kapalı okula giderken eş zamanlı işe girdim, devlet memuru oldum. Çalışmaya başladım…
Okul bitince yüksek lisansa başladım. Yüksek lisansı bitirdikten sonra hâkimlik sınavına girdim. İlk görev yerim Rize Çamlıhemşin’di. Orada çok güzel bir, bir buçuk yıl geçirdim. Ardından Çankırı’nın Orta ilçesine atandım. Orası da çok güzeldi ancak şartlar zordu. Hava, eksi otuz beş derecelere düşüyordu, akan su yoktu. Bir yardımcıyla tulumbadan su taşınıyordu. Kış olunca, doldurulan suların tümü donuyor, aylarca banyo yapılamıyor, banyo yapmak için zorunlu olarak ilçe hamamına gidiyorduk.
Ardından Çankırı Orta’dan Beypazarı hâkimliğine geldim. Evlendim. 3,5 yıl Beypazarı’nda çalıştım. Her gün Ankara’dan gidiyor, akşam dönüyordum. Hakimliğimin yedinci yılında Yargıtay Tetkik Hâkimliği’ne atandım. On iki yıl Yargıtay İcra-İflas Dairesinde tetkik hâkimi olarak çalıştım. 1998’de Ankara Adliyesi’ne geçtim ve 2007 yılında hakimlikten emekli oldum. Emekliliğimden sonra avukatlığa başladım. Şu an avukatlıkta 14 yılı aşan dosyalarımı bitirip tam emekli olmayı istiyorum.
İki kızım var, ikisi de hukukçu. Büyük kızım özel bir hukuk bürosunda tahkim ve şirketler hukuku yapıyor. Başta söylediği gibi, benim yüzümden adliyelerde yaşamaktan bıktığı için cübbe giyilmeyen ve adliyeye gidilmeyen bir iş seçti.
Küçük kızım Belçika’da yüksek lisans yaptı. Doktorasını tamamladı. Şu anda İsveç’te Lund Hukuk Fakültesi’nde Çevre Hukuku dalında araştırma görevlisi.
Evliyim, kocam, dört tane kedimiz, bir köpeğimizle yaşıyoruz.
2- Otuz üç yıllık hâkimlik deneyimi, ardından on altı yıllık avukatlık… Hem kürsünün üstünde çalışmış bir hâkim hem kürsünün altında çalışmaya devam eden bir avukat olarak hangisi sizin için daha zorlayıcıydı?
Kesinlikle avukatlık… Çünkü hâkimlikte dosyanız vardır, kanunlar vardır. Ne yapacağınızı aşağı yukarı bilirsiniz. Hata olabilir elbette ama bu hatayı düzeltecek Yargıtay vardır, temyiz mahkemesi vardır…
Ancak avukatlıkta o kadar çok unsur var ki sizi zorlayan… Mesela müvekkil, hâkim, savcı, kalem memurları, hatta adliyedeki çalışanlar, kapıdaki güvenlik elemanları bile avukatlığı zorlaştırabilen unsurlar.
Bir de avukat olduktan sonra, bunu söylemek acı olsa da diğer avukat arkadaşlarla sürekli söylediğimiz bir şey var; dürüst ifşa ve ibraz kurallarına kimi zaman dikkat edilmiyor.
Tabii bu dediğim unsurların yanında karşı tarafın avukatı da söz konusu… Maalesef meslektaşlarım da bazen dürüst ve doğru ifşa, ibraz kurallarına uymuyorlar ve bu durum çok yorucu oluyor.
Ben bunu avukat olduktan sonra öğrendim. Keşke daha önce avukatlık yapabilseydim ondan sonra hâkim olabilseydim. Çok daha kalemime, taraflara hâkim olabilirdim. Hâkimlik mesleğinden önce, en az beş yıl avukatlık yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü avukatlık gerçekten çok zor bir meslek.
3- Kariyerinizin büyük bir kısmını hâkimlik deneyimi oluşturuyor. Avukatlığa geçişiniz zorlayıcı sebepler doğrultusunda mı oldu?
Hiçbir zorlayıcı sebep yoktu. Ben hayatımda hep değişiklik yapmayı sevdim. Mesela ev taşımayı çok severim, olmadı eşyaların yerini değiştiririm. Hâkimliğim sırasında da beş yıl boyunca Adalet Meslek Yüksekokulu’nda hocalık yaptım ve Adalet Meslek Etiği dersi verdim. Altı Nokta Körler Derneği’nde kitap okudum. O zamanlar kasetlere okunuyordu sonra CD’lere okur hale geldik. Bunun için diksiyon kurslarına gittim. Seslendirme kurslarına gittim ve çok keyif aldım. On iki yıl Yargıtay tetkik hâkimliği yaptım. Oradan Ankara Adliyesi Ticaret Mahkemesi’ne geçtim, bir yıl ticaret mahkemesi başkanlığını vekaleten yürüttüm.
2004 yılında, Yeditepe Üniversitesi’nin bursu ile Adalet Bakanlığının dil öğrenmek için Üniversite’ye gönderdiği 30 hâkimden biriydim. Gençlerle birlikte İngilizce hazırlık sınıfı okudum. Çok keyifli bir yıldı. Ankara’ya dönüşümde 2005 yılında Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’ne atandım kendi isteğimle.
2007 yılında hiçbir zorlayıcı neden yokken emekli olup, avukatlığa başladım.
4- Hakimlikten avukatlığa geçmeyi düşünen avukatlar için önerileriniz neler olur? Mesela alınması gereken ek bir eğitim ya da kendilerini avukatlık yönünde geliştirmeleri için neler yapmaları gerekir?
Hâkimken de karar yazıyorduk. Bunun için yazma becerisi edinmek durumundaydık ama bunu bütün hâkim arkadaşlar yapmıyorlar çok kısa kararlar yazmak durumunda olan veya az da olsa kalem memurlarına yazdıran hâkim arkadaşlar var.
Ancak avukatlıkta yazmak çok önemli. Konuşmak da önemli ama ceza davalarında bile filmlerdeki gibi konuşulmaz. Zaten hukuk mahkemelerinde hemen hemen hiç konuşmazsınız; yalnızca yazılı beyanda bulunursunuz. Bu yüzden avukatların yazı becerilerini daha çok geliştirmeleri için yazım kurslarına katılmalarını önerebilirim.
Yazma konusunun yanında, insan ilişkilerini geliştirmek çok önemli. Mesela hâkimler genelde dışarıya kapalı yaşarlar. Ben gezmeyi seven bir hâkimdim buna rağmen ben bile kapalı ortamda olduğumu hissettiğimi hatırlıyorum.
Karşısındakinin yüzüne bakarak iletişim kurmayı bazıları yapamıyor. Bunu yapmaları ve öğrenmeleri gerekir diye düşünüyorum. Mesela bu konuda Youtube’da psikologların videoları, bu konu hakkında yayınlanmış özel kitaplar var.
Kısacası insan ilişkileri avukatlar için çok önemli ve mutlaka geliştirmeleri gereken bir beceri. Müvekkille ilişki, kalemle ilişki, karşı tarafın avukatıyla ilişki. Kısacası hâkimlikten avukatlığa geçenlerin yazım ve karşılıklı iletişim konusunda hazırlanmaları gerektiğini düşünüyorum.
5- Herhangi bir konuda hukuki hakkını arayacak müvekkil ve dolayısıyla bir avukat için dilekçe yazımı çok önemli bir konu. Hâkimlik sürecinizde avukatlardan nasıl dilekçe isterdiniz? Avukatlık sürecinizde nasıl dilekçeler oluşturdunuz?
Dilekçelerin olabildiğince kısa yazılması gerekir. Uzun dilekçe yazmak durumunda kalındığında da dilekçede ne istendiğinin çok açık bir şekilde ifade edilmesi lazım.
Her şeyden önce hâkimken de dilekçelerde en çok dikkat ettiğim unsurlardan biri yazım hatalarıydı. Bir avukat, dilekçe oluştururken noktalama işaretlerine dikkat etmeli. Kendini doğru ve düzgün Türkçe ile ifade etmeli.
Dilekçe yazarken merak uyandıracak başlıklar yazmak gerekli diye düşünüyorum. Davanın türüne göre değişebilir elbette ama mesela “Müvekkilim hakkında bilgi” yazmak merak uyandırıcı olabilir. Hemen altına “Müvekkilimin markası hakkında bilgi” onun hemen altına “Manevi tazminat istiyoruz, niçin istiyoruz” gibi bir başlık yazılabilir.
Kısacası dilekçe oluştururken konunun başlıklar halinde yazılması taraftarıyım. Fazla kelime kalabalığı yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca hâkimin dikkatini çekebilecek konulara değinilmesi gerekir. Zira fazla laf hâkim için hem yorucu olacaktır hem de dilekçenin en önemli taraflarını dikkatten kaçırması riskini yaratacaktır. Onun için az ve öz yazılmasını öneririm. Tabii az yazılmalı derken önemli şeyleri gözden çıkarmaktan bahsetmiyorum.
Ayrıca dilekçede ekler konulabilir. Mesela “Ek 1” Ek 2” gibi ve o dilekçede bu eklerin mutlaka eklenmesi istenir. Ben hakimken o ekleri isterdim. Dilekçede yazan “Ek”lerin arkasına kulak konur. Yargıtay Tetkik Hâkimliği’nde biz bu kulaklara alıştık. Dosyanın her tarafına kulaklar koyardık. Başkan bir şey sorduğunda, hemen o kulaklar sayesinde gerekli yeri açar ve gösterirdik. Bu gibi detaylar hâkimlerin olumlu yönde dikkatini çeker.
Özetleyecek olursak düzgün bir Türkçe kullanılarak, doğru noktalama işaretleri ve doğru ifadelerle yazılmış bir dilekçe, hâkim tarafından dikkatle ve keyifli incelenecektir.
Bu hususta bir ek notum, dilekçelerde hâkime hitap da çok önemli. “Sayın hakimim, çok sayın hakimim” gibi ifadeler kullanılmamalı. Dilekçelerin hâkime değil, mahkemeye yazıldığını unutmamak gerekir.
Dilekçe yazımının yanı sıra duruşmalara hazırlıklı olma hususu da çok önemli. Hâkim olarak kendinizi bir anda bir boşanma davasında bulabilirsiniz. Dosyayı aldığınız günün ertesinde, duruşmaya gireceğinizi öğrenebilirsiniz. Ben böyle bir durumda kaldığımda dosyayı alır, akşama kadar özellikle tanıklı dosyalarını okurum. Çünkü dediğim gibi, hâkim de olsanız avukat da olsanız tanığı kaçırdınız mı bir daha yakalayamazsınız. Belki tanığa bir şey söyletmeniz gerekir, söyletmezseniz kaçırırsınız davayı.
Avukatlıkta da buna dikkat edilmesi gerektiğini düşünürüm. Bir meslektaş yerine yetki ile girilecek bir duruşma için dahi dosya konusunu bilmek ve aniden sorulabilecek bir soruyu yanıtlayabilmek önemlidir. Bazen, duruşmayı atlatabilmek için yetki verilmiş bir avukatın duruşmaya girdiği de oluyor. “Ben geçici çıkıyorum, gelecek duruşmada bilgi verelim” denildiğinde, bu husus davayı uzatmak için yapıldığını gösteriyor ise eksi puandır.
“Tanık bir konuşsun da tanıklar hakkında beyanlarımızı biz sonra bildireceğiz” demek de bir yol ama o anda tanığa belki, mutlaka sorulması gereken bir soru vardır. Tanığı yakalamışken, ona sorulması gereken bir şey olduğunda dosya detaylarını bilmezseniz, soramazsınız. “Bir daha çağıralım da bir soralım” da diyemezsiniz. Bu yüzden dosyanın her yönüyle çok iyi bilinmesi gerekiyor.
Hâkimler de avukatlarda buna dikkat eder, biliyorum. Duruşmaya çıkmadan önce mutlaka ve mutlaka dosyanın içine verilmiş dilekçeleri okumak gerekir. Diyelim ki avukat olarak yarın bir duruşmam var, o gece UYAP’a girerim ve karşı taraf yeni bir dilekçe vermiş mi, mutlaka bakarım. Çünkü hazırlıklı gitmek zorunda hissederim. Kendi dilekçelerimi de kontrol ederim; dilekçelerim mahkeme kalemince açılmamışsa, hemen onun işlem numarasını kaydederim, mahkemede dilekçemin açılmadığını dile getirir, duruşmada açılmasını sağlarım. Dilekçe yazım önerilerime bu konuyu da ekleyerek cevabımı tamamlamış olayım.
6- Hem bir hâkim hem bir avukat olarak duruşma adabı nasıl olmalıdır?
Otuz üç yıllık hâkimlikten sonra avukatlığa geçtiğimde İstanbul’da bir duruşmaya girdim. Karşımda benden genç bir hâkim vardı. Bana “Sen” diye hitap etti. Kendisine gözlerimi diktim, o da bunu fark etti ve ondan sonra bana “Siz” diye hitap etmeye başladı. Bir hâkimin, kesinlikle “Sen” deme hakkı yoktur. Avukata ve taraflara bu şekilde hitap etmeye hakkı yoktur.
Son dönemlerde sıkça konusu geçen avukatların söz alırken ayağa kalkıp kalkmama konusu vardır. Hepimizin bildiği gibi duruşma salonlarında hâkimin oturduğu yer avukat ve tarafların bulunduğu yere göre yüksektir. Bu yüzden bir avukat yalnızca kafasını kaldırıp hakimle konuştuğunda ifade ediş biçimi zayıf kalabilir. Ayağa kalkarak hâkimle yakın seviyeye gelmek, göz teması kurmayı sağlar ve göz teması kurulan bir iletişimin daha güçlü olacağına inanıyorum.
Duruşmaya girdiğinizde önce elbette oturursunuz. Konuşma sırası geldiğinde, ben mutlaka kalkarım. Ben ayağa kalkmayı, hâkime saygı ya da saygısızlık olarak değerlendirmiyorum. Söz alıp bir şey söylerken ayağa kalkmak, saygının ötesinde ifade ediş biçimini daha etkili kılar diye düşünüyorum ve şahsen kalkmak gerektiğini düşünüyorum. Bunu da avukat meslektaşlarıma öneririm.
Duruşma adabından bahsediyorken kılık kıyafete gelecek olursak, adliyede, bir cübbenin altına sandalet ya da ciddiyeti olmayan kıyafetleri, kadınlarda, bermuda, şort, çok uzun ya da çok derin yırtmaçlı etekleri yakıştırmıyorum. Yine erkeklerde de mutlaka kravat takılmalı demiyorum ancak, gömlek düğmelerinin sadece en üstünün açık durması yeterli olup, mümkün olduğunca ceket giymiş olmak gerektiğini düşünürüm.
Tutucu bir insan değilim ama adliyenin bir ağırlığı olmalı diye düşünüyorum. Duruşmalara saygı olmalı diye düşünüyorum. O yüzden duruşmalarda giyim kuşama dikkat edilmeli diye düşünüyorum.
“Saygısızlık yapıldı” diyebilmek için.
7- Hakimlik sürecinizde, fiziksel ya da psikolojik olarak sizi en çok zorlayan durumlar ne oldu?
Fiziksel şartlar açısından ilk görev yerim olan Rize Çamlıhemşin’de biraz zorlandım. Merkezde otuz tane ev vardı ancak mahalleler hep dağlardaydı. Hatta bir keşfe katırlar üzerinde gittiğimi hatırlıyorum. Katıra bindikten sonra bacaklarımı kasmaktan günlerce merdiven inip çıkamadım.
Bir de Ankara’da yaşarken Ankara’da Yargıtay Tetkik Hakimliği’ne atanmam beklediğim tarihten üç buçuk yıl sonra gerçekleşti ve üç buçuk yıl boyunca günde üç vasıta değiştirerek 100 KM uzaklıktaki Beypazarı’na gidip geldim. O durum beni fiziksel olarak biraz zorladı ama yine de şikayetçi olmadım ve görevimi sürdürdüm.
Ben hâkimliği çok sevdim. Eski eşim avukattı ve “Böyle olmaz, gel bırak hakimliği, avukat ol” dedi ama ben hâkim olmak için okumuştum, avukat olmak için değil. Görevimi severek sürdürdüm. O gün tahmin etmemiştim ama zamanla avukat da oldum. (gülümsüyor)
Bunun dışında beni zorlayan durumları düşündüğümde, ben Ticaret Mahkemesi ve Fikri Hak Mahkemesi hakimiydim. Bu sebeple İş Mahkemesi’ne veya Ceza Mahkemesine dair bilgim yok denecek kadar azdır. Görevim gereği Ceza duruşmalarında hakimlik yapmam gerektiğinde çok empati yapardım insanlarla. Şikayetçi anlatırdı, “Haklı” diyordum, sanık anlatırdı “O da haklı” diyordum… Çok zor bir durum. Bu sebeptendir ki ceza davaları beni çok zorlar.
Hatta bir kez adli tatilde ağır cezaya yetki vermişlerdi bana. “Tutuklu var mı?” diye sordum, olduğunu öğrendim, dosyayı istedim, hemen güvendiğim bir ceza hâkimi arkadaşıma gittim, dosyayı okumasını rica ettim. Çünkü doğaldır ki tutuklu muhakkak tahliye isteyecekti. Doğru muhakeme yapabilmek için ceza hâkimi arkadaşımdan duruşma öncesi görüş rica ettim. Bu da zorlandığım durumlara örnek bir anımdır.
Bir insanın hayatını etkileyen bir karar vermek, psikolojik yükümlülüğü çok fazla olan bir şey. Bu yüzden ceza davalarına, hakimliğimde de avukatlığımda da bakmadım. Hiçbir zaman ceza hukukuyla ilgilenmedim. Hukuk hakimliğinde delillere bağlısınız. Ne getirilirse onu incelersiniz. Bu, benim mizacıma daha uygun geldi.
Yine de bazen ceza hukukuna da eğilse miydim, empati yapmak kötü bir şey değil ki diye düşünüyorum. Ancak, geçti artık… (gülümsüyor)
8- Yaptıkları işin ciddiyeti, uğraşmaları gereken yüzlerce dosya sebebiyle kalemle iletişim kurmak, dosya durumunu öğrenmek zorlu bir süreç olabiliyor. Deneyimli bir avukat olarak kalemle iyi iletişim kurma yolunda okuyucularımıza tavsiyeleriniz neler olur?
En önemli iki tavsiyem; kibarlık ve tevazu. Kesinlikle kalem memurlarını aşağı görmemek. “Bunu yapmak zorundasın” gibi değil, her şeyden önce mutlaka “Siz” diye hitap etmek… Ciddiyet, ciddi bir şekilde istediğini ifade edebilmek. Burada dengeyi kurmak lazım.
Biraz kişiye göre davranmak lazım. Eğer karşınızdaki kişi, samimiyetinizi laubalilik seviyesine getirecekse o zaman durmakta yarar var. Belli bir ölçüde samimiyet ama mutlaka ciddiyet ve güler yüz gösterilmeli.
9- Bir avukatın müvekkilini iyi dinlemesi, anlaması, ulaşılabilir olması gibi sorumlulukları oluyor. Size göre iyi bir avukat-müvekkil ilişkisi nasıl olmalı?
Kalemle benzer ilişkiler gibi; saygın, kararlı, güler yüzlü ilişkiler olmalı. Ben avukatlığımda bunu yaptım, bu doğrusudur demiyorum her avukatın tercihi kendine özgüdür. Yine de ben hiçbir zaman telefonumu kapatmadım.
Hafta sonları, geceleri telefonum hep açıktır. Hep cevap veririm, mesajlara cevap veririm. “Belki müvekkilimin aklına bir şey takılmıştır” diye düşünürüm. On altı senelik avukatlığımda, bunu kötüye kullanan bir müvekkille de karşılaşmadım. Bunu tabii ki herkese tavsiye edemem. Özel hayat da önemli. “Benim bir hafta sonum var” diyen avukatlar olabilir. Kısacası herkesin bu şekilde olması tabii ki gerekmiyor.
10- Bir hâkim gözünden, avukatların yargı sürecinde savunmasını iyileştirecek önerileriniz nelerdir?
En önemlisi, çelişkili beyanda bulunmamak. Bir dilekçede öyle, ötekinde başka türlü olmaz. Kesinlikle yalan söylememek gerekir. Çünkü bir laf vardır; bir yalan, on tane doğruyu sorgulatır. Bir avukatın ya da tarafın bir yalanını yakaladınız mı, ondan sonra söylediklerine şüpheyle yaklaşırsınız.
Kesinlikle karşı tarafın avukatıyla münakaşaya girmemek gerekir. Avukat olan bizler karşı tarafın avukatıyla hasım değiliz. Benim müvekkilim, karşı tarafın müvekkiliyle hasım. Dolayısıyla karşı tarafın avukatıyla buna uygun bir ilişki yürütmek gerekir.
Hâkimler bunlara da dikkat ederler; duruşma sırasında avukatlar arasındaki atışmaları fark ederler. Bu atışmalar sonucunda taraflardan birinin avukatını “Aksi, huysuz avukat” olarak nitelendirebilirler. Bu durum hâkim tarafından bir önyargı oluşturur diyemem ama ister istemez bir soğukluk doğabilir. Sonuçta hâkimler de insan.
Karşı tarafın avukatına saygılı olmak, duruşma boyunca çok fazla konuşmamak önemli. Yukarıda bahsettiğim gibi hukuk mahkemelerinde yazılı usul vardır.
“Her yazdığımız okunuyor mu?” diyecek olursanız, buna cevabım maalesef her yazdığınız okunmuyor. Ben bunu avukat olduktan sonra öğrendim. Ancak yine de sabırlı olup gerekirse tekrar tekrar dilekçe yazmak gerekiyor. Yalnızca dilekçeleri yukarıda belirttiğim gibi öz ve net yazmak gerekir.
Bir ekleme daha yapacak olursam bazı avukatlar dilekçede kalın harflerle yazarlar, büyük harfle yazarlar, altını çizerler… Tabii ki önemli yerleri belirtmek gerekiyor ama aynı dilekçede hem büyük harf hem kalın harfler hem altı çizili yazılar kullanılmamasını öneriyorum. Böyle yazılmış bir dilekçe dikkat dağıtıcı olabilir haliyle hâkimi okurken yorabilir.
11- Bir hâkim ya da avukat olarak, bugüne kadar sizi psikolojik boyutta çok etkileyen bir dava gördünüz mü? Bir avukatın ya da hâkimin, psikolojisini etkileyecek bir dava konusu önüne geldiğinde, duygusal olarak güçlenmek, dava sonunda rahatlamak için neler yapmasını önerirsiniz?
Öncelikle avukatlıkta da hâkimlikte de benim en çok zorlandığım davalar boşanma ve velayet davaları oldu. Çünkü çocuklar çok önemli benim için.
Mesela bundan on sene önce, Bodrum’da tatildeyken alışveriş yapıyordum, bir kasiyer kadınla sohbet ettik. Başka bir gün yine aynı alışveriş merkezinde, yine aynı kasiyer kadının olduğu kasaya denk geldim. “Siz avukatsınız değil mi?” dedi. “Evet” dedim ve ağlamaya başladı. Ne olduğunu sordum, evlendiğini, bir sene sonra çocuğunun doğduğunu, ardından eşinin kötü davranmaya başladığını, anlaşmalı boşanmak istediklerini ve çocuğun velayetini eşinin istediğini söyledi. Eşi, ancak bu şartla boşanmayı kabul edeceğini söylemiş ve kadın bu şartı kabul etmiş. Çocuk daha bir buçuk yaşındayken anlaşmalı boşanmışlar ve velayet babaya verilmiş.
Henüz bir buçuk yaşındaki bir çocuğun velayeti, annenin madde bağımlısı, akıl hastası durumu yoksa kesinlikle babaya verilmez.
Kısa bir süre sonra baba göstermiyor artık çocuğu. Eski eşe, velayeti değiştirme davası açtık. Kadının parası yoktu ve ücretsiz hukuki destek verdim.
Bu olay kısaca anlatınca çok da vurucu gelmiyor, ancak çocuk 2 yaşında iken başladığım bir dava, çeşitli davalar doğurdu, çok koşturdum Bodrum, Fethiye, Marmaris arasında ve çocuk 10 yaşındayken ancak rahatladık.
Duygusal olarak güçlenmek için bir kere sakin olmak gerekiyor. Ne avukata ne tarafa sinirlenmemek gerekiyor. Sinirlenirseniz de göstermemeniz gerekiyor.
Hâkimliğimde kürsüyü, hep bir tiyatro sahnesi olarak düşündüm. Ne olursa olsun, o tiyatro sahnesindeki rolüm belliydi. O rolü oynamak ve o rolün dışına çıkmamak üzere kendimi koşullandırdım. Sakin, kibar, sinirlenmeden ve ne olduğunu anlamaya çalıştığım bir psikolojide tuttum kendimi.
Görevlerim sonrasında rahatlamak için günlük rutinlerime dönerek, arkadaşlarımla sosyalleşirdim. Film, müzik ve edebiyatla ilgilenmek de beni çok rahatlatırdı. Hala üç tane edebiyat kulübüm bir tane de film kulübüm var. Hobilerime zaman ayırıp rutinime dönmek beni rahatlatıyor. Meslektaşlarıma bunu tavsiye ediyorum.
Zamanınız, değerli bilgileriniz ve görüşleriniz için çok teşekkür ederiz.